Homo sapiens neden bu kadar kibirli?

Psikanalize giriş derslerindeki çokça alıntılanan pasajında Freud insanlığın iki büyük narsistik kırılmasından söz eder. Birincisi dünyanın, evrenin merkezi olmak bir yana dursun aklın alamayacağı kadar büyük bir dünyalar sistemindeki küçücük bir nokta olduğunun fark edilmesidir. İkincisi de insanın şempanzeden evrildiğini öğrenmek. Ve pasajın devamında -çok da alçakgönüllü olmayan bir biçimde- insanlığın bu kendini beğenmişliğine yönelik üçüncü ve daha acı bir darbenin ise kendi kuramından geldiğini öne sürer. Bilinçdışının varlığı egonun kendi evinde dahi efendi olmadığını göstermektedir bize (1).

Denebilir ki kibir insan türüne has bir özelliktir. Kainatın insan için yaratıldığını öne süren İbrahimî dinler bir kendini beğenmişlik göstergesi değil midir? Ya da homo cinsine mensup bilinen o kadar insan türü arasında kendimize zeki insan anlamına gelen 'homo sapiens' adını verişimizde kibrimizin izlerini bulamaz mıyız? Ve yeryüzünün kaynaklarını gözü dönmüş bir açgözlülükle tüketişimiz yine kibrimizden mütevellit değil midir?

The Tower or Babel, 1563, Pieter Bruegel the Elder The Tower or Babel, 1563, Pieter Bruegel the Elder

Bir tür olarak insanın böylesine kibirli olmasının nedeni ne olabilir? Harari insan türünün kısa tarihini anlattığı meşhur kitabında şöyle yazar:

insan tepeye o kadar çabuk çıktı ki, ekosistemin gerekli ayarlamaları yapacak vakti olmadı ve buna ek olarak insanlar da bu değişime ayak uyduramadı. Gezegendeki büyük avcıların çoğu muhteşem yaratıklar; milyonlarca yıl süren hakimiyetleri sayesinde kendilerine olağanüstü derecede güveniyorlar. Sapiens ise adeta bir muz cumhuriyetinin diktatörü gibi. Daha yakın zamana kadar savandaki orta halli yaratıklar olduğumuz için hala korku ve endişelerle doluyuz ve bu da bizi fazlasıyla zalim ve tehlikeli kılıyor"(2).

Harari'nin insanoğlunun kibrine evrimsel bir açıklama getiren bu kısa ve güzel paragrafı aynı zamanda kibir ve güç arasındaki karmaşık ilişkiyi de gözler önüne seriyor. Kibrin özümsenememiş, tam olarak barışılamamış bir güçlü olma haliyle ilişkili olduğunu söyleyebiliriz. Literatürde iki tür gurur tanımı yapılır. Kişinin kendisini iyi, verimli, kendinden emin hissettiği; uyumluluk, vicdan sahibi olmak gibi sosyal açıdan kabul gören özelliklerle ilişkili olan otantik (özgün) gurur ve benmerkezcilik, küstahlık, agresyon ve düşük özsaygı içeren kibirli (hubristic) gurur.

Güçlü olma arzusu ve bağ kurma isteği insanın sosyal yaşantısını belirleyen en önemli unsurlardan. Karen Horney, İçsel Çatışmalarımız adlı kitabında, ötekinin önüne geçme (güç) ve öteki ile iyi geçinme (bağ kurma) ikilemini sosyal bir varlığın çözüme ulaştırması gereken en önemli konular arasında tarifler(3). Kibir, ötekinden güçlü olma, ona tahakküm kurma arzusunun yoğunluğundan ya da diğer bir deyişle öteki ile birlikte olma arzusunun azlığından kaynaklanır. Kibirde devrede olan bağ kurmaya yönelik değil bağı yıkmaya yönelik dürtülerdir. Bion da, Kibir Üzerine adlı makalesinde, gurur ile kibir arasındaki farkı ortaya koyarken temel iki dürtü ile ilişkilerini referans alarak şu yorumu yapar "yaşam dürtülerinin baskın olduğu durumlarda özsaygı, gurur görünümünü alır. Ölüm dürtülerinin baskın olduğu durumlarda ise özsaygı kibir görünümündedir"(4).

Kibri bağ kurma arzusunun azlığı olarak tarif ettiğimizde insanoğlunun kibrine ilişkin başka bir açıklama daha bulabiliriz Harari'nin aynı eserinde.

Geçtiğimiz on bin yıl boyunca Homo sapiens ortalıktaki tek insan türü olmaya o kadar alıştı ki bizim için diğer ihtimalleri hayal etmek çok zor. Kardeşimizin olmaması kendimizi yaratım sürecinin son noktası olarak görmememizi kolaylaştırıyor ve aynı şekilde hayvanlar aleminin geri kalanıyla aramızda uçurum olduğunu zannetmemize sebep oluyor. (…) Neandertaller hayatta kalsaydı bugün hala kendimizi ayrı bir yaratık olarak görür müydük? Belki de bu yüzden atalarımız Neandertalleri yok etti, çünkü Neandertaller yok sayılamayacak kadar yakın, fakat tolere edilemeyecek kadar da farklılardı."

Farklı olana tahammülsüzlük, kendine benzeyen karşısında üstünlük kurma arzusu insanoğlunun temel sorunsallarından. Kardeşimizle geçinemiyoruz çünkü onlar en yakın rakiplerimiz. Ama kardeşlerimizi yok ettikçe de yalnızlaşıyoruz. İnsanlığın kaderini belki de bu dinamik belirleyecek. Farklılığını kabul edip üstünlük kurma arayışına girmeksizin diğer kardeş organizmalarla bir arada, uyumla yaşamanın yollarını bulabilecek miyiz, bulamayacak mıyız?

Kibrimiz dünya ile ilişkide baskın öğe olmaya devam ettikçe gelecekten umutlu olmak da zorlaşıyor. Çünkü kibrin, aptallıkla da yakın bir ilişkisi var. Kendisine gereğinden fazla güvenen ve yetersizliklerini inkar eden kibirli insan hata yapmaya mahkum. Sahip olduğu güçten başı dönüp ne olduğunu anlamadan iktidarını yitiriveren diktatörler gibi insanoğlu da dünyaya hükmetme gücüne fazlaca güvenerek zalimliğinin dozunu arttırdığı oranda geleceğini tehlikeye atıyor. Belki de, bize zeki, güçlü, önemli bir tür olduğumuzu hissettiren her başarımızda kendimize sık sık Jonas Salk'ın işaret ettiği şu gerçeği hatırlatmalıyız:

Dünya üzerindeki tüm böcekler bir anda yok olsa, dünya üzerindeki yaşam elli yıl içinde sona erer. Dünya üzerindeki tüm insanlar bir anda yok olsa, elli yıl içinde dünya üzerinde canlılık çeşitlenir, gelişir.

Kaynaklar

  1. Freud, S(1915-1917). Introductory Lectures on Psychoanalysis. The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud.
  2. Harari, Y, N (2015). Hayvanlardan Tanrılara Sapiens: İnsan türünün kısa bir tarihi (Çev: Ertuğrul Genç), Kollektif Kitap, İstanbul.
  3. Horney, K (1945). Our Inner Conflicts, W.W Norton & Company Inc. New York.
  4. Bion, W, R (2013). On Arrogance, The Psychoanalytic Quarterly, Vol LXXXII, No:2.