Yusuf Atılgan'ın Zebercet'i: Dürtü Kuramından Perversiyona Bakış

Yusuf Atılgan’ın Anayurt Oteli adlı romanıyla ilk tanışmam herhangi bir seçicilik göstermeksizin elime geçen her kitabı okuduğum ergenlik dönemimde oldu. Bu ilk okumadan bende kalan ana-hatlarını hiçbir şekilde hatırlayamadığım otel çalışanı silik bir adam, tuhaf bir sevişme sahnesi ve tüm ruhumu kaplayan bir bunaltı hissi olmuştu. Kitap neyi anlatıyordu sorusunu yanıtlamama izin vermeyen bu bellek izleri nedeniyle Anayurt Oteli romanı tekrar okunacaklar listemdeki yerinde uslu uslu diyemeyeceğim sıkıntılı, boğucu bir şekilde beklemekteydi.

Kitabı ergenliği geride bırakmış bir psikolog olarak tekrar okuduğumda bu sefer yaşadığım şey ise daha çok şaşkınlıktı. Ancak bu duygunun kitaba dair değil, kendime, Anayurt Otelini ilk kez okuyan ‘ergen ben’e dair bir duygu olduğunu söylemeliyim. Şaşırdığım kitabın bende bıraktığı bunaltı hissi değildi elbet. Roman bu duyguyu işlemekte o kadar başarılı ki sanırım her okuyan bu ağır duyguyla ayrılır bu hikayeden. Beni şaşırtan kitabın o çarpıcı sonunu, dehşete düşüren çiğ şiddet sahnelerini nasıl olup da hatırlayamadığım oldu. Ardından neyse ki savunma düzeneklerimiz var dedim kendi kendime. Baş edemediğimiz bir içeriği bastırıp yaşamımıza yokmuşçasına devam edebilmemizi sağlayan o muhteşem bastırma düzeneği…

Anayurt Oteli, yazarın edebi ustalığı kadar karakterin ruhsal dünyasını işlemekteki başarısıyla da üzerinde tekrar tekrar durulmayı hak eden ve farklı okumalara izin veren bir eser. Bu yazının amacı romanın ana karakteri Zebercet’in analizi yoluyla perversiyonu incelerken, “Şairler ve filozoflar bilinçdışını benden önce keşfettiler. Benim keşfettiğim ise bilinçdışını incelemeye yarayan bilimsel yöntemlerdir” diyen Freud’un dürtü kuramından yararlanmaktır.

Öncelikle perversiyon tanımını netleştirmekte fayda var. Türk Dil Kurumunda “sapkın” kelimesi “doğru yoldan sapan” olarak Laplanche ve Pontalis’in Psikanaliz Sözlüğünde ise perversiyon “normal cinsel davranıştan sapma; cinsel doyuma ulaşmanın atipik yollarının eşlik ettiği psikoseksüel davranışların tümü” olarak tanımlanmıştır.

Her iki tanımında da ‘doğru’, ‘normal’gibi oldukça göreli kavramlara gönderme yapan bu sıfat kültürel, ideolojik ve etik bağlamından ayrı düşünülemez. Bu yazı, kavramı yukarıdaki iki tanımın dışında bir yerden ele alarak Lakanyen bir psikanalist olan Benvenuto’nun çizdiği çerçeveye uymaya çalışacak.

Benvenuto “Odaklanmamız gereken şey kişinin erotik olarak ne yaptığı ya da kiminle veya ne ile yaptığı değil ötekinin yapılanda olup olmadığı ya da nasıl var olduğudur” der. Bu çerçevede ilgilenmemiz gereken pervertin eylemi ya da eylemde yer alan nesnenin niteliği değildir. Ötekinin seçilen eylemde yer alıp almadığı, alıyorsa bunun nasıl olduğudur.1 Burada kastedilen fiziksel bir var oluş değil kişinin ruhsallığında ötekinin kapladığı yerdir. Böylece Benvenuto’nun çizdiği çerçeve perversiyon tanımını “normal” ve “doğru” gibi etik kavramlara atıftan uzaklaştırıp dürtünün doyumunda nesnenin yerine yaptığı vurguyla ruhsal alana dahil etmiştir. Perversiyon tanımına ilişkin bu notun ardından Zebercet’e dönecek olursak:

Zebercet Türk Edebiyatı’nın en incelikli işlenmiş “bekleyen” karakterlerinden biridir. Bekleme eylemi farklı farklı duygular içerisinde gerçekleştirilebilir. Beklemeye eşlik eden duygu umut da olabilir, heyecan da, neşe de… Anayurt Oteli’ndeki Zebercet’in bekleyişine ise yoğun bir sıkıntı eşlik etmektedir. Peki, bu sıkıntının kaynağı nedir?

Bana kalırsa sıkıntı yaşam dürtülerinin yokluğundadır. Burada kısa bir parantezle dürtü kuramına değinmemiz gerekecek.

Oldukça somut ama bir o kadar da soyut bir kavram olan dürtü ruhsallık ve beden ikiliğinin tam arasındadır. Ne o, ne öteki, her ikisi de. Bir nevi ruh ile bedenin kesişim noktasıdır. Bir organdaki uyarılma sonucu içeriden gelen bir talep, bir baskıdır ve bir amacı vardır: doyum. “Dürtüler mitolojik varlıklar olup belirsizliklerinde yücelik içerirler” diyen Freud yaşamı boyunca dürtü kuramında kimi değişikliklere gitmiştir. Yaşamının sonuna yaklaştığında ise iki temel dürtüden bahseder: yaşam dürtüsü (libido- Eros) ve ölüm dürtüsü (Thanatos).

Çivilerinden biri çürüyüp koptuğu için tabelası toprağı işaret eden ve yerin altında olduğu izlenimini veren Anayurt Oteli’nde hâkim olan Thanatostur. Annesinin ölü-doğan üç çocuğunun ardından dünyaya iki ay erken gelen Zebercet belli ki ölüm dürtüsü ile dolu bu mekânda yaşam dürtülerini bastırmak durumunda kalmıştır. Zebercet’in romanda iki sayfada anlatılan çocukluğuna dayanarak yorum yapmak zor olsa da aktarılan iki örnek (para istediği babasının –patlama oğlum yanıtı- ve karnım acıktı dediği annesinin –karnımda bile sabredemedi dokuz ay cevabı) bu varsayımı destekler niteliktedir. Kitapta anlatıcı anne babanın bu yaklaşımının sonuçlarını şu şekilde aktarır: “Gene de, haksız da olsa, bu suçlamalar Zebercet’i olumlu yönde etkiledi: Büyüdükçe sabırlı, ağırbaşlı bir insan oldu.” Anlatıcının seçtiği sıfatlar oldukça ironiktir. Sabırsızlığın- heyecanın, yaşamsal olanın, Eros’tan gelenin- suçlandığı bu çevreden Zebercet “olumlu” etkilenmiş, sabırlı ve ağırbaşlı olmuştur.

Haz İlkesinin Ötesinde 2 adlı kitabı ile ölüm dürtülerinden ilk kez bahseden Freud burada yineleme eylemi ve ölüm dürtüsü arasındaki ilişkiye dikkat çeker. Eros yaşama yenilik getiren, heyecan katan ve yaşamak için gerekli enerjiyi sağlayan dürtüdür ve yenilik aynı zamanda belirsizliktir. Thanatos ise belirsizliğin yaratacağı bu gerilimden uzaklaşmayı amaçlar. Sürekli bir sakinlik ve huzur arayışı içindedir. Ölen insanların ardından “ebedi huzura kavuştu” denmesi belki de bu nedenledir.

Zebercet’in yaşamına hâkim olan tekdüzelik, kural ve tekrarlar, Anayurt Oteli’nin yaşam dürtüsünün ortaya çıkma tehlikesine karşın ölüm dürtüsü tarafından nasıl çevrelendiğini göstermektedir. Babası yıllarca oturduğu masada ölen Zebercet sessizce onun koltuğuna yerleşmiştir. Her sabah paraları toplayıp çekmeceye atarken kendi hesabına bir lira aktarışı, on beş günde bir boş gösterilen yataklar, her pazartesi gazeteci ile polise gönderilen fişler, her sabah aynı saatte uyanıp yaptığı tatsız kahvaltılar… Hepsi adeta törensel bir hava ile otelin etrafını sarmalamış ve Eros’un kapıdan içeri girmesine set oluşturmuştur: “ebedi huzur oteli”. Ölümün küçük kardeşi olan uykuya aşırı düşkün bir ortalıkçı kadının çalışabilmesi için ne kadar uygun bir mekân!

Yine aynı eserinde Freud eğer tasarımları olmazsa dürtülerin anlaşılamayacağını söyler. Zebercet’in yaşamında Eros’un bunca yok oluşunun nedeni yaşam dürtüsünün ortaya çıkmak için ihtiyaç duyduğu tasarımdan yoksun olması mıdır acaba?

Yaşam, ona çizilen sınırlar içerisinde sessiz- sakin ilerlerken “Perşembe gecesi gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın”, Zebercet’in o güne kadar yokmuşçasına sessiz kalan dürtüleri için neredeyse bir işaret fişeği işlevi görmüştür. Bu gergin yüzlü, esmer kadın Zebercet’in Eros’u için bir tasarım oluşturmuş ve bastırılan, yoğun bir gürültüyle geri dönmüştür.

Bu noktaya kadar Zebercet’in pervert karakterine ilişkin tek ipucumuz ortalıkçı kadınla ilişkisi olmuşken gecikmeli Ankara treniyle gelen kadından sonra perversiyon kendini çok daha açık ortaya koyacaktır.

Yazının başında yaptığımız ilk perversiyon tanımı Zebercet’in ortalıkçı kadınla ilişkisinin pervert niteliğini gözden kaçırmamıza neden olabilecek bir tanımdır çünkü yüzeysel bir bakışla “normal” kabul edilecek bir ilişki vardır ortada: Bir kadınla bir erkeğin vajinal yolla birleşmesi. Ancak Benvenuto’nun tanımı bu ilişkide bizi rahatsız eden şeyin ne olduğunu açıklamaktadır. Bu birliktelikte bir öteki yoktur. Ortalıkçı kadın Zebercet için yalnızca bir et parçası, bir delikten ibarettir.

Ortalıkçı kadın, bir kadın olarak Zebercet’te Eros’a ait olan bir şeyleri uyandırmış ancak kendisi de Thanatos’un yoğun etkisi altında olduğu için olsa gerek Otel’in ve Zebercet’in dengesinde bir değişikliğe neden olmamıştır. Perşembe gecesi gecikmeli Ankara treni ile gelen kadın ise farklıdır. Genç, uzunca boylu, göğüslü, karakaşlı, kara gözlü, uzun kirpikli ve sivri burunludur. İnce dudakları ve gergin yüzü ile bu esmer kadın Zebercet’in yaşam dürtüleri için oldukça uygun bir “tasarım” oluşturmaktadır.

Kadının gelişi ile Zebercet’te uyanan Eros’un varlığını çok rahat gözlemleyebiliriz. Kadının gelişini izleyen pazartesi Zebercet’in fişleri gazeteciye vermeyişi rutini bozan ilk harekettir. Salı sabahı ortalıkçı kadını uyandırmaz (on yılda bir ilktir bu) ve yaşam rutini içinde tanımlanmış bir amacı yokken (berbere gitmek, paraları otel sahibine göndermek vb.) otelden dışarı çıkar. Bu durum anlatıcı tarafından da olağanüstü bulunmuştur. “Şimdiki gibi olağanüstü bir durum olmazsa yılda ya da iki yılda bir terziye, altı ayda bir hamama, dört haftada bir saç tıraşına…” giden Zebercet berbere gitmiş, bıyığını kestirmiş, kendisine yeni kıyafetler almıştır. İşte bütün bunlar Eros’un izleridir! Perşembe gecesi gelen kadın Zebercet’i o kasvetli otelden ve yaşamının şaşmaz rutininden çıkarmıştır. Peki ama nereye?

Roman ilerler ve gecikmeli Ankara treni ile gelen kadın gelmezken Zebercet’i bulduğumuz yer belirsizliğin ve giderek kaosun tam ortasıdır. Bulunduğu bu yerde Yusuf Atılgan’ın Zebercet’i nasıl da Edip Cansever’in Yakup’una benzer:

Ben, yani Yakup, her türlü çağrılmanın olağan şekli
Daha hiç çağrılmadım
Biri olsun “Yakup!” diye seslenmedi hiç
Yakup!
Diye seslenmedi ki, dönüp arkama bakayım
Ve içimden durgun ve çürük bir suyu düşüreyim
Ceplerimdeki eskimiş kâğıt parçalarını atayım

Kadının gidişi üzerinden bir hafta geçer, çay bardağı kırılır. “Oda artık bozulmuştu, kadın gelmezdi artık”. Zebercet kadın gittiğinden beri yanan ışığı söndürür. Burada “arzu öznenin merkezini kaydıran harekettir” diyen Lacan gelir aklımıza. Zebercet’in merkezi kaymıştır bir kere. Merkez kaymış, yaşam dürtüleri olanca yoğunluğu ile ortaya çıkmış ve Zebercet onlarla ne yapacağını bilemez olmuştur. Seslenen olmamış, içindeki o çürük, durgun su düşmemiş ve Zebercet ceplerindeki eski kâğıt parçaları ile kalakalmıştır.

Gecikmeli Ankara treni ile gelen kadının Zebercet’te dokunduğu yer yaşamının tamamını ele geçirmiş bir yokluk halidir: Erosun yokluğu, ötekinin yokluğu. Kadın bu boşluğu doldurmamış, gelişi ile sadece onu hatırlatmıştır. Dehşetli bir uyum içinde yaşayan Zebercet’in içindeki korkunç yokluk kıpırdamıştır bir kere. “Yarın sabah eskilerini giyse, bıyığını bıraksa…” artık eskiye dönmek de mümkün değildir. Yine Yakup’u hatırlamak işten bile değildir.

Bu uyum korkunçtur Yakup
Bir yokluğun kımıldamaya doğru içinde
Ve sen ki böyle tanımlanırsan Yakup
Yakuup!
Bir şey ki seni çağırıyor, o şimdi ne olmalı
Gene bir Yakup olmalı bu, Yakup”

Gecikmeli Ankara treni ile gelen kadının gelişi ile Zebercet’in o hazin sonu arasında geçen tüm bu süreç Thanatos’la Eros arasında bir düello gibi de okunabilir. Bu durum meyhanede çalan şarkıyla ne güzel özetlenmektedir: “ne ölüyüm, ne sağım..” Ölüm dürtüsünün esir aldığı Anayurt Oteli’ne bir kadın gelir ve peşinde Eros’u getirir. Eros tüm cezbediciliği ile dolaşır otelde. Thanatos’a meydan okur ve onu geriletir. Ancak Eros’un tasarımı (trenle gelen kadın) geldiği gibi gitmiştir ve izleri otelden de, Zebercet’in zihninden de silinmek üzeredir.

“Kadının yüzü bulanıktı artık. Esmerdi, burnu, dudakları inceydi; gözleri, saçları kara, kirpikleri uzundu; ama bir yığın kadına uyabilirdi bu tanım, ya da erkeğe; çirkin bir kadına ya da erkeğe bile.” Bu tasarımsızlık hali Eros’u zayıf düşürür, Thanatos üstünlüğü ele geçirir.

Bu andan sonra Thanatos daha güçlü önlemler alır kendine çünkü gecikmeli bir trenle gelen bir kadın tüm dengeyi alt üst edebilmişse oteli yaşam dürtüsünden koruyan rutinlerin yeterli gelmediği anlaşılmaktadır. Öyleyse Otel’in tamamen kapatılması gerekmektedir. Bu otelde artık Eros için “yerimiz yok“tur. Otel _KAPALI_dır çünkü Freud’un işaret ettiği gibi nasıl Eros’un işi dürtü ile tasarım arasında bağ kurmaya çalışmaksa Thanatosunki de bu bağları koparmaktır.

Yaşam dürtüsü ne kadar zayıf düşerse düşsün son ana kadar kavgayı sürdürür. Bunu Zebercet’in nesne arayışında görürüz. Horoz dövüşünde karşısına çıkan oğlan çocuğu ile arasında geçenler, banka otururken gördüğü otelin devamlı müşterisi olan fahişe ile (n’olur gelin) diyaloğu Zebercet’in umutsuz arayışını göstermektedir. “Umutsuz arayış” çünkü ne oğlan çocuğu kaldırımda durup onun dönmesini beklemiş; ne de fahişe söz verdiği saatte otelde olmuştur.

Zebercet’in nesne arayışının başarısız olduğu durumlarda belki de ölüm dürtüsüne tamamen teslim olmamak için perversiyona başvurduğunu görürüz. Örneğin, nesneye ulaşma arzusu o kadar yoğundur ki çırılçıplak olup kadının kaldığı yatağın içine girer. Zebercet’in bu hali kendisini anne rahminin güvenli sıcaklığında bulsun diye kundağa sarılan bebekleri hatırlatır. Yokluk o kadar baş edilmezdir ki anne rahmine kadar gerilemek gerekmektedir. Sonra yine bir bedenin onu içine alması -dokunmak, dokunulmak, var olduğunu hissetmek ve belki “nasıl seninim” diye çağrılmak- arzusuyla ortalıkçı kadının yanına gider. Kadın her zamanki gibi uyumaktadır. Uyandırmaya çalışır çünkü “Uykuda istemiyordu_r _artık”. Ölüm dürtüsü tarafından bir yokluğa doğru sürüklendiğini hissetmekte olan Zebercet’in ortalıkçı kadına giderek ifade bulan çıkış arayışı yeterli olmaz.

Orası kabarıyordu, bastırınca yumuşadı, girmedi. Yüreği çarparak bekledi. Yokladı; elini çekip bastırınca yumuşadı gene, pörsüdü. Buz gibi oldu her yanı; dizleri üstüne doğruldu. Kadının gözleri kapalıydı. Birden abanıp iki eliyle boynunu sıktı.

Bu ana kadar romanda Zebercet’in cinsel iktidarsızlık sorunu yaşadığına dair herhangi bir ipucuna rastlamamışken ortalıkçı kadınla o uykuda değilken sevişmek istediği bu anda ne olmuştur da Zebercet “başarısız” olmuştur? Kanımca ortalıkçı kadın Zebercet’e büyük eksikliğini hatırlatmıştır. Burada eksiklikle kastettiğim ereksiyonun gerçekleşmemesinin yarattığı yetersizlik duygusu değildir. Aksine bu başarısızlık hali yaşadığı eksiklik hissinin bir sonucudur. Zebercet bir gerçeği fark etmiştir: uyanık da olsa ortalıkçı kadının Zebercet’in aradığı nesne olmadığı ve o nesnenin hiç gelmeyeceği gerçeğini. Zebercet’i böylesine öfkelendiren asla çağrılmayacağını, içindeki o büyük yoklukla bu otelde bir başına kalacağını anlamak olur. Buna kadının otelden gitme isteğinin Zebercet’te yarattığı korku ve öfkeyi de ekleyebiliriz.. Bir et parçasından ibaret de olsa ortalıkçı kadın Zebercet’in hayatındaki tek sabit nesnedir ve o da gitmekten bahsetmektedir. Gelmeyen kadının yokluğuna ortalıkçı kadının yokluğunun eklenecek olması Zebercet’in dağılma halini hızlandıran bir etki olarak düşünülebilir. Sonlara doğru dağılma ve yok olma korkuları Zebercet’e iyice hakim olmaya başladığında sayıklamalarında dile gelir bu kırgınlık:

nasıl oldu sizinki
Bilemiyorum ya sizinki
Eskiden çok bağlıydı bana son günlerde köye gidicem diye tutturmuştu

Cinsel perversiyonun yetersiz kaldığı anlarda agresyonun hem eylem hem de düşlem düzleminde yoğun bir biçimde ifade bulduğuna tanık oluruz. Kitapta agresyonun - bu sefer düşlem düzeyinde- çok yoğun bir biçimde ortaya çıktığı anlardan biri de kestanecinin Zebercet’i terslediği andır. Zebercet’in sadistik içerikteki düşüncelerinin hızlandığını ve dağıldığını gözlemleriz. Artık Zebercet’e hakim olan psikotik bir dağılma halidir diyebiliriz…

Zebercet’in yine bir sayıklama sırasında kullandığı “Ben kaçamam bağlıyım burada ölülere konağa” ifadesi Anayurt Oteli’ne sıkışmışlığını tek bir cümlede anlatır. Henüz o dünyaya gelmeden çok önce tüm ayrıntıları ile kurulmuş bir düzene doğan Zebercet, o düzenin sınırları dışına hiç çıkmazken belli ki hayat onun için yaşanabilir bir şeydi. Sonra gecikmeli Ankara treni ile gelen kadın ona başka olanakları hatırlattı. Daha önce de söylediğimiz gibi Eros belirsizliğe neden olan yeniliklerle girmişti yaşamına. “Ee, yeter artık diyerek kafasından atamadığı bir olasılıklar” yığınıyla doluydu bu nedenle zihni ve bu olasılıklar yığını huzursuz ediyordu onu:

Olanaklardan birini seçeli, kararını vereli uykuları daha bir rahattı; geçen hafta olduğu gibi uyanır uyanmaz yüreğine çöken o ağırlık yoktu artık

Son kararı Zebercet’e ebedi huzuru getirecekti. “Sağdı daha, her şey elindeydi. İpi boynundan çıkarabilir, bir süre daha bekleyebilir, kaçabilir, konağı yakabilirdi. Dayanılacak gibi değildi bu özgürlük. Ayaklarıyla masayı itip ağağıya yuvarladı.”

Ve kendini Thanatos’a teslim etti. Artık ne belirsizlik vardı ne de onun yarattığı olanaklar yığını. Soğuk ve keskin ölüm yalnızca…

Kitabı okurken bu yazıyı hazırlarken sürekli zihnimde dolaşan bir ifade, bir duygu “boğucu sıkıntı” ancak yazının –ya da romanın- sonlarına doğru yaklaştığımda anlam kazandı. Anayurt Oteli’ne hâkim olan bu “boğucu sıkıntı” mıydı Zebercet’i o ipin ucuna götüren?

Kaynaklar

  1. Barahona, R. (2008). Perversion: Psychoanalytic Perspetives/ Perspectives on Psychoanalysis. D Nobus andL. Downing, eds. London: Karnac Books, 2006. 364 syf- Mod. Psychoanal.,33A:157-166
  2. Freud, S. (1920). Haz İlkesinin Ötesinde- Ben ve İd. Çev: Ali Nahit Babaoğlu, 2001, Metis Kitap.