Göç, edebiyat ve bilim üzerine...

İnsan yaşadığı yere benzer

Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir
Denize benzer ki dalgalıdır bakışları

E. Cansever

Göçe dair yazmak zor. Yine de bu yazıya başlayabilmiş olmayı kendi göç sürecimde önemli bir adım olarak görüyorum. Demek ki göç, kendisine biraz mesafe alınabilir bir şey haline gelmiş. Burada kastettiğim, göçle ilgili daha öznel bir bakışla yazabilmek aslında. Yoksa göçü bilimsel bir olgu olarak, tıpkı karşımdaki masa gibi, benden bağımsız ve bana yabancı bir obje olarak ele almak, üzerine bilimsel çalışma yürütmek görece daha kolay.

Göçle ilgili epey okudum kavramlarla, sayılarla konuşan. Göçün sosyolojik nedenlerini, psikolojik etkilerini, insanların göçle hangi şekillerde baş ettiğini, hangi durumlarda baş etmenin güçleştiğini, nasıl daha iyi baş edilebileceğini vs. araştıran, öneriler sunan. Ve bu çalışmalar elbette çok kıymetli. Bilimle kıyısından köşesinden ilişki kurmaya çalışan bir insan olarak, bilimsel çalışmaların, içinde bulunduğumuz dünyayı anlamada ve değiştirmedeki rolünü inkar etmek söz konusu olamaz.

Ama gecenin bir yarısı, çok sevdiğim fakat uzun zamandır hatırıma düşmeyen bir şiir ansızın zihnimde çınlayınca… “Ne kadar benziyoruz Türkiye’ye Ahmet abi”. İşte o zaman, edebiyatın gücünü iliklerimde hissediyorum. O bir öğretmen gibi karşıma geçip anlatmıyor. Arkadaş gibi gelip yanıma oturuyor, omzuma dokunuyor. “Ben de yaşadım benzer şeyler, ne yaşadığını anlıyorum” diyor.

Sonra gel de kelimelerin büyüsüne inanma. Öyle bir şekilde bir araya getiriyorsun ki onları, doğrudan beyninle konuşuyor. Sana açıklıyor, öğretiyor. Sonra yine aynı kelimelerle bir dünya kuruyor başka birileri, ruhuna işliyor. Anlamak değil, bu sefer anlaşılmış hissediyorsun. İşte bilimle edebiyat arasındaki fark biraz böyle. İkisi de ayrı ayrı çok kıymetli. Anlamak güçlü hissettiriyor. Anlaşılmak, kırılganlığı kabul etmemizi sağlıyor.

Bilim, insanın içinde yaşadığı koşullardan ne kadar etkilendiğini, çevresi tarafından nasıl ve ne kadar şekillendirildiğini araştırmak için elindeki çalışma araçlarını türlü şekillerde kullanmış ve kullanmaya devam edecek. Ama “insan yaşadığı yere benzer, suyunda yüzen balığa, toprağını iten çiçeğe” sadeliğinde ve vuruculuğunda anlatamayacak bu etkiyi. O, şairlerin işi…

Herkesin göçü kendine has biricik bir hikaye. Ama tüm göç hikayelerinin en az tek bir ortak teması var. O da kayıp. Kayıpla baş etmek kolay değil. Göçün nelerin kaybı olduğunu, bu kayıpların insanın ruh sağlığını nasıl etkilediğini, baş etme yollarını araştırmaya devam edecek bilim. Ama bir Edip Cansever dizesi hatırlatacak bize geride bıraktığımızın ne olduğunu. O, bize dokunacak, kederimizi görecek..

Hikayemiz ne olursa olsun, içinde göç varsa, kayıp da vardır. Kaybetmek hüzünlü, kabullenmesi zaman alan bir süreçtir. Ve her insan, kaybı karşısında, ihtiyacı ne kadarsa o kadar, yas tutup üzülecek bir zaman dilimini hak etmektedir. Kendinize bu zamanı tanıyabilmeniz dileğiyle..