Yazılar

  • Göç, edebiyat ve bilim üzerine...

    Hikayemiz ne olursa olsun, içinde göç varsa, kayıp da vardır. Kaybetmek hüzünlü, kabullenmesi zaman alan bir süreçtir. Ve her insan, kaybı karşısında, ihtiyacı ne kadarsa o kadar, yas tutup üzülecek bir zaman dilimini hak etmektedir.
  • "Expat"lık ve psikoterapi

    Expat, sürgün, göçmen..
    nasıl adlandırırsanız adlandırın,
    yaşadığınız bir ayrılık hikayesidir
    ve ‘ayrılık da sevdaya dahil’dir.

  • “Şüphesiz ki...” Ülkesi

    Şüphe’yi iç kemiren, bir an evvel kurtulunası bir duygu olarak tasvir etmeye meyilliyiz çünkü şüphe, sonrasında sonsuz mutluluk bahçesi cennete mi, yoksa zebanilerle dolu cehennem kazanlarına mı gönderileceğimizi bilmediğimiz bir araf yeridir. Şüphe eden insana nesnesi ne koşulsuz teslim olunacak kadar iyi ve güvenilir, ne de şeytan ilan edebileceği kadar tekinsiz ve zararlı görünür.

  • Bir insan yavrusunu kim büyütmeli?

    İnsan kendisini çok özel, tüm canlılardan farklı bir yerde konumlandırdığı için olsa gerek, insanı doğurmak da ayrı bir kutsallık içeriyor. Doğuran kadına yüklenen bu kutsal annelik pâyesinin, ne kadar onun lehine çalıştığı ise tartışılır. Retorikte, cenneti ‘doğuran kadın’ın ayakları altına seren bu özellik, gerçekte kadının kontrol altında tutulmasını gerektiriyor.

  • Homo sapiens neden bu kadar kibirli?

    Psikanalize giriş derslerindeki çokça alıntılanan pasajında Freud insanlığın iki büyük narsistik kırılmasından söz eder. Birincisi dünyanın, evrenin merkezi olmak bir yana dursun aklın alamayacağı kadar büyük bir dünyalar sistemindeki küçücük bir nokta olduğunun fark edilmesidir. İkincisi de insanın şempanzeden evrildiğini öğrenmek. Ve pasajın devamında -çok da alçakgönüllü olmayan bir biçimde- insanlığın bu kendini beğenmişliğine yönelik üçüncü ve daha acı bir darbenin ise kendi kuramından geldiğini öne sürer. Bilinçdışının varlığı egonun kendi evinde dahi efendi olmadığını göstermektedir bize (1).

  • Mavi Balina: Sanal Alemde Sadizm

    Yakın zaman önce karşılaştığım bir haber beni tarifi çok zor bir hissin içinde bıraktı. Bir yanım okuduğum şeyin gerçek olabileceğine inanmayıp inkarın huzurlu kollarında kalmak isterken "böyle bir şey gerçek olabilir mi? " diye soran meraklı yanım galip geldi ve o üç kelimeyi arama motoruna yazdım: Mavi Balina Oyunu.

  • Yusuf Atılgan'ın Zebercet'i: Dürtü Kuramından Perversiyona Bakış

    Yusuf Atılgan’ın Anayurt Oteli adlı romanıyla ilk tanışmam herhangi bir seçicilik göstermeksizin elime geçen her kitabı okuduğum ergenlik dönemimde oldu. Bu ilk okumadan bende kalan ana-hatlarını hiçbir şekilde hatırlayamadığım otel çalışanı silik bir adam, tuhaf bir sevişme sahnesi ve tüm ruhumu kaplayan bir bunaltı hissi olmuştu. Kitap neyi anlatıyordu sorusunu yanıtlamama izin vermeyen bu bellek izleri nedeniyle Anayurt Oteli romanı tekrar okunacaklar listemdeki yerinde uslu uslu diyemeyeceğim sıkıntılı, boğucu bir şekilde beklemekteydi.

  • Bütün Mümkünlerin Kıyısında

    Her şeyin başında yasak vardı. İlk yasak, insanoğlunun arzusuna engel olamadı. Adem ve Havva yasak meyveyi yiyerek cennetten kovuldular. O günden bugüne insanoğlunun arzusu dış gerçeklikle sonsuz bir karşıtlık içindedir. Ancak insan, yasaklarla çevrelenmiş bir dünyada yasakları delmenin türlü yollarını bulmuştur: rüyalar, düşlemler ve sanat, aslında arzularımızla taban tabana çelişen yasakları aşmanın araçlarıdır.
  • Bir Haziranla Bir Başka Eylül Arasında*

    Şükran Yiğit’in "Ankara, Mon Amour"‘u Ankara’yı hikayenin en önemli öznelerinden biri yaptığı halde soğuk ve gri şehir Ankara imajıyla taban tabana zıt, insanın kolaylıkla yakınlık kurabildiği, deyim yerindeyse insanın içini ısıtan bir kitap. Ankara’nın üç farklı dönemine üç ayrı kişinin gözünden tanıklık ediyoruz romanda. Altmışlı yılları mutlu bir çocuğun, seksen öncesini yalnız bir genç kızın ve iki bine yaklaşan Ankara’yı yaşlı bir adamın gözlerinden izliyoruz. Bu yazı ise kitabın iki ana karakteri olan Suna’yla Emel’i ve aralarındaki ilişkiyi ruhsal açıdan irdelemek üzere kaleme alındı.